Другие статьи

Цель нашей работы - изучение аминокислотного и минерального состава травы чертополоха поникшего
2010

Слово «этика» произошло от греческого «ethos», что в переводе означает обычай, нрав. Нравы и обычаи наших предков и составляли их нравственность, общепринятые нормы поведения.
2010

Артериальная гипертензия (АГ) является важнейшей медико-социальной проблемой. У 30% взрослого населения развитых стран мира определяется повышенный уровень артериального давления (АД) и у 12-15 % - наблюдается стойкая артериальная гипертензия
2010

Целью нашего исследования явилось определение эффективности применения препарата «Гинолакт» для лечения ВД у беременных.
2010

Целью нашего исследования явилось изучение эффективности и безопасности препарата лазолван 30мг у амбулаторных больных с ХОБЛ.
2010

Деформирующий остеоартроз (ДОА) в настоящее время является наиболее распространенным дегенеративно-дистрофическим заболеванием суставов, которым страдают не менее 20% населения земного шара.
2010

Целью работы явилась оценка анальгетической эффективности препарата Кетанов (кеторолак трометамин), у хирургических больных в послеоперационном периоде и возможности уменьшения использования наркотических анальгетиков.
2010

Для более объективного подтверждения мембранно-стабилизирующего влияния карбамезапина и ламиктала нами оценивались перекисная и механическая стойкости эритроцитов у больных эпилепсией
2010

Нами было проведено клинико-нейропсихологическое обследование 250 больных с ХИСФ (работающих в фосфорном производстве Каратау-Жамбылской биогеохимической провинции)
2010


C использованием разработанных алгоритмов и моделей был произведен анализ ситуации в системе здравоохранения биогеохимической провинции. Рассчитаны интегрированные показатели здоровья
2010

Специфические особенности Каратау-Жамбылской биогеохимической провинции связаны с производством фосфорных минеральных удобрений.
2010

Lozan’da kurulan dengelerin bozulmasıyla Kıbrıs sorunun başlaması 

Kıbrıs 1878 yılında egemenlik hakkı Osmanlı Devleti’nde kalmak üzere, geçici olarak İngiliz yönetimine bırakılmıştı. Bu durum Birinci Cihan Harbine kadar sürdü. 29 Ekim 1914 tarihinde Osmanlı Devleti, İttifak Blok taraftarı olarak savaşa katılınca, bunu fırsat bilen İngiltere, 5 Kasın 1914’te Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. İngiltere’nin b tek yanlı ilhakı 1923’e kadar sürdü. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ise 1923’te Lozan Antlaşmasıyla Kıbrıs’ın İngilizler tarafından ilhakını kabul etmiştir. Böylece 1960 yılına kadar Kıbrıs İngiliz egemenliği altında yaşayan ada statüsünde sürekli yeni gelişmelere sahne oldu. Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının da çabasıyla adanın Yunanistan’la birleşmesi istenince, Kıbrıs’ta Türklerle Rumlara ve Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs uyuşmazlığı ve sorunu ortaya çıkmıştır.

Kıbrıs Meselesi 1955’lerde veya 1963’de başlamış bir mesele değildir [1]. Bugünkü Kıbrıs Türkü’nün mücadelesi, 1825, 1878 ve 1900’larda Rum Ortodoks Kilisesi’nin yürüttüğü Rum isyanı ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak davasına başladığı günden beri vardır. Kıbrıs 1571–1914 yılları arasında Türk, 1914– 1960 yılları arasında İngiliz egemenliği altında yaşadıktan sonra 1960’ta Bağımsız bir Cumhuriyet olmuştur. Kıbrıs sorunun uluslararası boyut kazanması, İkinci Dünya savaşı ertesinde başlayan dekolonizasyon süreci ve uluslar arası ilişkilerin demokratikleştirilmesine dönük çabaların yoğunlaşmasıyla eşzamanlıdır.

Konuya direk girmeden önce Lozan Antlaşmasını üzerinde kısaca durmak gerekiyordur. Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra sıra barış görüşmelerinin yapılmasına gelmiş, Müttefik Devletler 27 Ekim 1922’de ilgili devletleri İsviçre’nin Lozan kentinde toplanacak konferansa davetiye yollanmışlardı. Konferansta Türkiye’yi İsmet Paşa’nın başkanlığındaki bir kurul temsil etmesi kararlaştırıldı. Konferansa katılan diğer devletler İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp – Hırvat – Sloven devletiydi.  SSCB  Boğazlar,  Bulgaristan’da  Boğazlar  ve  Trakya  sınırın  belirlenmesiyle  ilgili görüşmeler katıldı. ABD ise gözlemci olarak katıldığı halde, oturum ve komisyonlara ve görüş belirtmek suretiyle aktif rol oynadı.

Lozan’a giden Türk heyetine verilen genel talimatlar; adli, mali, iktisadi kapitülasyonlarla ilgili hükümlerin ortadan kaldırılması, arazi konusunda, Yunanistan’dan savaş tazimatı alınması ve duyunu umumiye ile boğazlar meselesiydi. Konferans 20 Kasım 1922’de açıldı. Fakat konferansta tartışılan gündemdeki sorunlar üç beş senelik değil, yüzyılların sorunlarıydı. Bütün devletlerin temsilcileri Türkiye aleyhinde çalışmışlardı. Bu nedenle sorunlar taraflar arasında umulan şekilde gitmedi aksine çok tartışmalı şekilde geçti. Osmanlı Devleti’nin borçları, kapitülasyonlar, İstanbul ve Boğazlar müttefik kuvvetlerince boşaltılması gibi konularda anlaşma sağlanamadı ve 4 Şubat 1923’te kesintiye uğradı.

Lozan Konferansı’nın kesintiye uğraması üzerine Türkiye askeri hazırlıklara girişmiş ve kuvvetlerini Boğazlar yönünde kaydırmıştır. Ancak konferansa katılan bütün devletler yeni bir savaş istemediklerinden Lozan Barış Konferansı 23 Nisan 1923’te tekrar toplandı. Türkiye batılı devletlerle olan sorunlarını çözmeden barış yapmakta yarar görmekteydi. Yapılan ikinci bu tür görüşmelerin sonunda 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı ve Türkiye Cumhuriyeti İtilaf Devletleri tarafından resmen tanındı. Türkiye Kıbrıs, Batı Trakya ve Musul gibi önemli topraklarını kaybetti ve Kıbrıs’ın  İngiliz idaresinde kalmasını Lozan Barış Antlaşmasının 20. Maddesi ile tanımak zorunda kaldı. Bu anlaşmayı Yunanistan da tanıdı.

Lozan Barış Antlaşması’nın Kıbrıs’la doğrudan ilgilendiren maddeleri ise; 16 Madde: Türkiye işbu muahedede açıklıkla belirtilen sınırlar dışında bulunan bilcümle arazi üzerinde bağlı ve kezalik işbu muahede ile üzerinde kendi hâkimiyet hakkı tanınmış olan adalardan gayri cezireler üzerinde (ki bu arazi ve cezirelerin mukadderatı ilgililer tarafından tayın edilmiş veya edilecektir) her ne mahiyette olursa olsun haiz olduğu bütün hukuk ve müstenidatından feragat ettiğini beyan eyler. 20 Madde: Türkiye Hükümeti Kıbrıs’ın İngiltere Hükümeti tarafından 5 Kasım 1914’te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder.

21 Madde: 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs adasında oturan Türk tebaası, mahalli kanunun tayın ettiği şartlar dairesinde İngiliz tabiiyetine sahip ve bu yüzden Türk tabiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Bununla birlikte iki yıllık bir müddet zarfında Türk tabiiyetinde kalmakta serbest olacaklardır, bu takdirde kullandıkları tarihi takip eden on iki ay zarfında Kıbrıs adasını terk etmeye mecbur olacaklardı. Bu muahedenamenin yürürlüğe girdiği tarihte Kıbrıs adasında oturmakta olan olup da yerli kanunun tayın ettiği şartlar dairesinde yapılan müracaat üzerine belirtilen tarihte İngiliz tabiiyetini ihraz etmiş veya etmek üzere bulunmuş olan Türk vatandaşları da, bundan dolayı Türk tabiiyetini kaybetmiş olacaklardır. Şurası şüphesizdir ki, Kıbrıs Hükümeti, Türk Hükümetinin rızası olmaksızın Türk tabiiyetinden başka bir tabiiyet ihraz etmiş olan kimselere İngiliz tabiiyetini vermekten kaşınmak yetkisine haiz olacaktır. Lozan Barış Antlaşması ile adanın statüsü artık kesin olarak beliriyordu. Ayrıca 1878’den beri çeşitli karışıklara ve ihtilaflara sebep olan adanın statüsünü kati olarak tespit etti ve adanın bütün hukuki cihetiyle  İngiliz idaresine fiilen sokmuştur. Kıbrıs’ın Yüksek Komiserlerle tarafından idare edilmesi de  sonlandırıldı. İngiltere Kıbrıs Adası’na Vali tayın ederek 1925 yılında Crown – Colony olarak ilan ettiler. İngiltere’nin bu çıkışına Enosis yanlıları derin bir hayal kırıklığına uğradılar. İngiltere İmparatorluğu içinde bit tür muhtariyet kazanmayı bekleyen ılımlılar bile şaşırmışlardı.

Fakat Ada’nın, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’nin muhalefetine rağmen Yunanistan’a ilhak edilmek istenilmesi (ENOSİS) adada Türkler ile Rumlar ve ada dışında Türkiye ile Yunanistan arasında “Kıbrıs Uyuşmazlığı” diye adlandırılan mücadele ve çatışmaları ortaya çıkartmıştır. Bahsettiğimiz gibi  fiilen 1878’de ve resmen 1923’te İngiliz idaresi altına giren Kıbrıs Adasında, 1925–1959 yılları arasında Rumlar, Ada’nın statüsünü değiştirmek için çeşitli teşebbüslerde bulunmuşlardı [2]. Bunu güzel örnekleri de adadaki Yunan konsolosları, İngiliz sömürge yönetimine karşı tahrikçi, kışkırtıcı ajanlar olarak etkinliklerine devam ettiler [3].

Bunlardan birisi olan Alexsander Kypru, öylesine çalışıyordu ki, 1931 Ekimi’nde İngiliz yetkilileri güven mektubunu iade etmek zorunda kaldılar. Aynı zamanda Yunan basını da enosis taraftarlığını sürdürüyordu. İngiliz idaresi 1928 yılında, Yunanistan’dan gelen beş gazetenin ada’da satışını, başkaldırıya teşvik ettikleri gerekçesiyle yasakladılar [4]. 1931 ayaklanmasında Kıbrıslı Rumlarla  birlikte  isyana katılması için Pire’de gönüllülerden oluşan bir komite kuruldu. Atina’da Yunanistan’ın eski Devlet Başkanı Amiral Paul Kunduriotis’in önderliğinde “Kıbrıs Merkez Komitesi” oluşturuldu. Peşinden de  “Kıbrıs Dostluk Derneği ve Kıbrıs Ulusal Bürosu” kuruldu. Bu teşkilatların asıl maksadı Kıbrıs Adası’ndaki İngiliz yönetimine muhalefeti kışkırtmaktı. Birde İngilizlerin Kıbrıs Adasın yönetimi siyasetindeki uyguladığı politikada başarılı olamamıştı. Üçü Türk, dokuzu Rum ve altısı İngiliz olmak üzere halk tarafından seçilen “Yasama Meclisi” vardı. 1925’te Yasama Meclisin üyeleri arttırıldı. Kıbrıs Türk temsilcilerinin sayısı aynı kalırken, Kıbrıslı Rumların ada nüfusunun gerçek durumuna daha uygun olması için on ikiye çıkartıldı. Ancak İngiliz temsilcilerinin de sayısı da dokuza yükseltildi.

Böylece Kıbrıslı Rumların sandalye çoğunluğu kazanmaları önlenmiş oluyordu. Bunun sonucunda, Kıbrıslı Rumlar kendilerini, eskisi gibi güçsüz bir durumda buldular. Kıbrıs’taki İngiliz sömürge yönetimi Kıbrıslının ortalama hayat düzeyini yükseltmeyi başaramadı. 1920’lerin sonuyla 1930’larda  Ada büyük krizin yansımalarını yaşarken, bu düzey daha da düştü. Bakır ve asbest madenlerindeki binlerce işçi işten çıkartıldı, iş başına şansına sahiplerin ücretleri de düşüktü. Tarım ürünlerinin fiyatları düştü, borçlar arttı. Bu esnada, sömürge yönetimi de artan bütçe açığını kapatmak için vergileri yükseltmeyi sürdürüyordu. 1931’de çiftçilerin % 82’ye varan bir oranı borç içindeydi, bu borcun toplamı 1.800.000 sterlini buluyordu. Bu nedenlerle, Kıbrıslılar, İngiliz sömürge yönetiminden ekonomik ve toplumsal reform konusunda pek az şey bekleyebilirdi. İngiliz sömürge yönetimi çerçevesinde harekât ederek Kıbrıs’taki siyasal statükoyu değiştiremeyen Kıbrıslı Rumlar, istenilen değişikleri baskı yaparak gerçekleştirmeyi denediler.

Bu amaçla bir dizi siyasal örgüt kurdular. Bunların en güçlüsü, 1922’de kurulmuş olan “Milli Örgüttür”. Amacı, Enosis için, gereken her yoldan mücadele etmek üzere, bütün yetişkin Kıbrıslı Rum erkeklerini seferber etmekti. Başkanı III. Cyril’di. Kition, Baf ve Girne piskoposları da örgütün üç bölge sorumlusuydu. Yönetim Kurulu; Meclis, başpiskopos, üç piskopos ve Yasama Meclisinin on iki Kıbrıslı Rum üyesinden oluşuyordu. 1929 senesinde İşçi Partisi iktidara gelmesi üzerine, Rumlar Londra’ya bir heyet göndererek mevcut olan anayasada değişiklikler yapılmasını ve Rumların Ada’da üstünlük sağlamaları durumuna gelmesini teklif ettiler. Ancak bu teklif reddedildi. Muhalefette iken Rumları destekleyen İşçi Partisinin, iktidara geçince bu şekilde hareket etmesi Rumları şaşkına döndürdü. Fakat Hükümetin bu cevabına rağmen Rumlar, kendilerine taraftar olan İngilizlerden devamlı teşvikler gördüler.

Neticede 1930–1931 yıllarında, ayrıca Kıbrıs’ın dört bir tarafında, gençliğin enerjisini milliyetçi ülküler yolunda yönlendirecek “Milliyetçi Gençlik Kulüpleri” de kuruldu. 1931 isyanında elebaşılığı rolünü oynayan Meclis üyesi Kitium piskoposu Nikodemos, 18 Ekim’de, bir toplantıya çağırdığı meclisteki Rum üyelerine meclise sunulmak üzere hazırlandığı bir manifestoyu okudu. Bu manifestoda; “Yürüyeceğimiz bir tek yol vardır. Enosis bayrağını gün ışığında çekerek, milli kurtuluşumuzu anavatan Yunanistan’a birleştirerek elde etmiş oluruz. Tanrı ve asırlık vatanımız Yunanistan, Megalı İdea adına Halkın sesi Hakkın Sesidir. Bizim her hususta tek kurtuluşumuz, milli hürriyetimizdir. Bu da Yunanistan’la birleşmekle mümkün olacaktır. Herkes ileri. Özellikle bu yolun rehberleri, öncü gençler… İleri. Kendilerine ve hukuki olmayan kanunlarına itaat etmeye mecbur olmadığımız yabancı idareciler memleketimizden uzaklaşsınlar” denilmekte idi [5]. Bu manifestoya baktığımızda bu piskopos Kıbrıslı Rumları isyana teşvik ediyordu. Böylece, Kıbrıslı Rumların büyük çaplı bir ayaklanmasını desteklemek için gerekli örgütler de oluşmuş oluyordu. Artık Ada’yı ateşe vermek için gereken tek şey, herkesin beklediği bir kıvılcımdı. Kavanin Meclisi üyeliğinden ayrılan Nikodemos’un 20 Ekim’de Limasol spor alanında bir başka konuşmasında ise Yunanistan’a ilhaktan bahsetti ve “menfur, kötü ve ahlaksız İngiliz rejiminin hukuki olmayan kanunlarına karşı halkın hürmet ve itaat göstermemesini” bildirdi. İsyana başlama parolası olarak da; “Artık yabancılara, milli duygumuz ve tahsilimiz olduğunu ve Yunan bayrağı altında hür yaşamamız gerektiğini göstermek zamanı gelmiştir İLHAK yaşasın” diye bağırmıştı [6]. Limasol olayları çok heyecanlı bir şekilde Lefkoşa’daki Rum liderlerine bildirildi. Bu haberler merkezde geniş tepki yarattı. Meclis üyeliğinden istifa eden Kitium piskoposuna uymayan bir kısım Rum üyeleri de bu heyecan kasırgası içinde kendi istekleriyle istifalarını verdiler.

1931 yılı bütçe görüşmelerinde Vali Storrs’un memurlarla ilgili olarak hazırlamış olduğu vergi tarhları konusundaki kanun tasarısı Kıbrıs Teşrii Meclisinde (Legistative Council) bulunan Rum delegeler tarafından reddedilmiştir. Vali Strros bunun üzerine “Order in Council”e başvurdu. Valinin bu davranışı 1931 isyanını tasarlayanlar için gereken kıvılcımı fazlasıyla teşekkül ettirdi. 21 Ekim günü Papaz Dionysios Kykkotis’in liderliğinde çoğunluğu öğrencilerden oluşturduğu Rum topluluğu “Enosis, Enosis” diye Yunan Milli Marşı’nı söyleyerek Vali Konağına doğru ilerlediler. Gittikçe artan kalabalık konağın girişindeki silahsız emniyet kuvvetlerinin oluşturduğu barikatları açarak binanın önüne geldiler. Lefkoşa komiseri, polis komutanı ve Sömürge Müsteşarı göstericilerin liderleriyle konuşarak, ortalığı yatıştırmaya çalıştılar ve sakin olurlarsa valinin kendileriyle görüşebileceğini bildirdiler. Fakat Meclis üyeliğinden istifa eden üyelerden Feodotu “Vali bizi görmeyi reddetti” diye bağırarak galeyanda olan halkı kışkırttı.

Bunun üzerine konağın camları taşlandı ve birkaç gösterici konağın üstüne çıkarak Yunan bayrağını çektiler [7]. Bu sırada Yüksek Rütbeli bir Kıbrıslı Türk Subayının komutasında 40 silahlı polis olay yerine intikal etti. Vali Sir Ronald Storrs, Lefkoşa kaza komiseri ve bazı ileri gelen İngiliz yöneticiler de vali konağındaydılar. Komiser, kalabalığın önce silah kullanılmadan dağılmasını istemişse de kontrolden çıkan Rumlar tarafından, polis otomobilleri ateşe verilmişti. Bunun üzerine polis ateş açmak zorunda kalmış, bu arada da vali konağı tutuşmuş, ahşap olan bina on dakika içinde yanıp kül olmuştu. Ayaklanma diğer bölgelere sıçradıysa da Mısır’dan takviye kuvvetlerin getirilmesi ve beş İngiliz savaş gemisinin Kıbrıs limanlarına ulaşmasıyla durum kontrol altına alındı. İsyanın başlatılmasında ve İngiliz aleyhtarlığını tahrikte büyük rolü olduğu düşünülerek Yunan konsolosu Kyrou’nun konsolosluk Exequatur’u geri çekildi. Böylece Kyrou, Kıbrıs’la diğer Britanya dominyonlarının herhangi bir yerinde vazife almamak üzere adadan ayrıldı. “Teşrii Meclisi lağvedildi. Kitium piskoposu Nicodemus Mylonos ve Girne piskoposu, Rahip Kykkotis, Yasama Meclisinin iki eski üyesi ve Milli Radikal ile Komünist Partinin önderleri de dâhil olmak üzere adadan sürüldüler”. Birçok hürriyetleri tehdit edici kanunlar çıkarıldı.

Bu kanunlar arasında; Basın kanunu, muhtarların seçim yerine hükümet tarafından tayinleri, hükümetin izni olmadan bayrak çekilmemesi, kaza komiserlerinin izni alınmadan, ayin ve okul zamanını haber verme dışında, çan çalınmaması, ika edilmiş olan 234.345 sterlinlik zararın mesul köy ve kasabalardan toplanması. “Siyasi partiler kapatıldı, Sansür tesis edildi, Türk ve Yunan tarihinin okullarda okutulmasına son verildi”. 1931 isyanında 7 kişi ölmüş, 67 kişi yaralanmış ve 400 kişi de tutuklanmıştır. Enosis için ilk silahlı eylem olması yanında, 1931 isyanında diğer önemli bir nokta da, Yunanistan’ın isyandaki rolünün tespitidir. 29 Ekim 1931’de Yunan Başbakanı Venizelos’un Türkiye’nin Atina Büyükelçisine söylediği sözler Yunanistan’ın ne kadar olayların içinde olduğunu göstermektedir; “İngiltere’nin er geç  Kıbrıs’ı Yunanistan’a terk edeceğine kaniim. İşçi Partisi Avam Kamarasında mutlak bir çoğunluğa sahip olsaydı, işçi hükümeti zamanında Kıbrıs’ın Yunanistan’a terki bir emrivaki olacaktı. Esasen muhafazakârlar da Ada’nın Yunanistan’a ilhakına taraflılardır”. Ayrıca son Rum isyanında İstanbul’daki Rum Ortodoks ruhani reisliğinin gizli faaliyetinin de müessir olduğu ortaya çıkmıştır.

Atina’da senede bir defa intişar eden “Megas Engiglopedikos Kazamias” unvanlı 1931 senesine ait takvimin 24 sayfasında müneccim gibi daha evvel zuhurunu bildirdiği hadisat meyanda bu sene Teşrinisani zarfında Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakına dair bir hareketin vukua geleceğini ve bu meyanda on iki adanın da bu suretle ilhakına bir nümayiş yapılacağını yazmaktadır [8]. Bu faaliyet teyit etmekte ve aynı zamanda Atina’da münteşir “Patris” gazetesinin 5 Teşrinisani 931 tarihli nüshasının birinci sayfasında dercedilen bir resimde Rum Ortodoks ruhani reisinden sonra en büyük “Protosingelos” rütbeyi ruhanisine irtika ettirilen Sinot azalarından Alaşehir metropoliti Maksimosun son Kıbrıs ihtilalını ihdas ve hareketi idare eden en mühim uzuvlardan milli şair Libertis ve Mustafa mebus Lanitis ve Kıbrıs’ın Yunan konsolosu Aleksi Kiro ve belediye reisi hacı Pavlo arasında fotoğrafının bulunması son Kıbrıs isyanı ile Fener Başpapazlığının da alakadar olduğu kanaatini getiriyordur [8]. 1933’de Vali bir Yasama Meclisi’nin yerini almak ve kamuoyunun nabzını yoklamak üzere, vali tarafından atanan altı, daha sonra sekiz Kıbrıslıdan oluşan bir “Danışma Konseyi” kuruldu. Aynı yıl içinde İngiltere Müstemleke Nazırı Filip Kanlif Lister 19Nisan 1933 tarihinde Kıbrıs’ı ziyaret etti. Kıbrıslı ahali İslam namına mülakat talep eden heyet kabul edilmiyor. Fakat Kıbrıs Başpiskopos’un görüşme talebi olumlu karşılanıyor [9]. Kiliseye 1931’deki isyanda organizatör olduğu için bu mecliste yer verilmedi. “Danışma Konseyinin” elinde pek yetki yoktu, ama en azından memnuiyetsizliklerin açıkça dile getirildiği bir platform işlevi görüyordu. Başka bir deyişle, Kıbrıslıların hükümette büyük bir yerleri yoktu, bir tek bu kanalla seslerini duyuruyorlardı. Rumlar “Danışma Konseyine” seçilen Rum üyelerini vatan haini ilan ettiler ve eski anayasanın daha çok geliştirilerek Rumlara daha geniş yetki verilmesini talep ettiler. Böyle bir durum söz konusu olduğu zamanlarda Kıbrıslı Türklerin toplum teşkilatı mevcut olmadığını Türkiye’nin Kıbrıs Konsolosluğundan Yüksek Başvekâlete gönderilen yazısından anlaşılıyor [10].

Kıbrıslı Türklerin anavatanlarına olan sevgisini ve hissettiklerini İnönü’ye gönderdiği mektuplarından anlaşılıyor. “Kıbrıs’ta İngiltere Hükümetinin idaresinde bulunuyoruz. Biz eski Hilafet idaresinden intikal eden insanlar olduğumuz için durumumuz mesut değildir. Fakat ada kısılıp kalan biz Türkler, kendi Türklük seciyelerini bozmamış, kanlarına ecnebi kanı karıştırmamıştır. Bunun için Anavatan muhabbetini hiç unutmadık. Zaten Anadolu’nun kucağındayız, yalnız idare noktasından ayrılmış isekse hissiyat ve maneviyat cihetinden aramızda hiçbir ayrılık kabul etmiyoruz diyorlardı” [10]. Ayrıca İngiliz Sömürge Yönetimi 1931 İsyanından beri Kıbrıs’ta uyguladığı sıkıyönetim, baskı politikası ve sansürü II. Dünya Savaşının başlaması ve sonlarında gevşetmeye başladığını görmekteyiz. 1950’li yıllar artık dünyanın değişmeye ve yeniden biçimlenmeye başladığı yıllardır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere geri çekilmeye yerini  ise ABD almaya başlamıştır.

İngiltere, sömürge altındaki topraklarını asıl sahiplerine iade etme kararı almıştı; fakat Kıbrıs için farklı bir durum söz konusuydu. İngiltere, hem ada üzerindeki etkisini devam ettirmek hem de askeri üsleri kendine mal ederek bırakmak istemiyordu. Bu gerçeği Başbakan Anthony Eden Avam Kamarasında yaptığı konuşmasında   “İngiltere   ve   Batı   Avrupa’nın   Ortadoğu’daki   petrol   kaynaklarını   koruyabilmesi için İngiltere’nin Kıbrıs’a ihtiyacı vardır” [11]. Kıbrıs’ta iki farklı topluluk mevcuttu. İngiliz işgalinin ilk 50 yılı sonrasında adadaki Türk nüfus beşte bire dek düştü. Topluluklardan biri Enosis’i savunurken bir diğeri Enosis’e şiddetle karşı çıkmaktaydı. Kıbrıs, İngiltere’ye geçici olarak verilmişti. Şayet İngiltere sömürge altındaki topraklarını asıl sahiplerine veriyorsa bu hak tamamıyla Türklere ait olmalıydı [12]. İngiltere’nin girdiği açmaza bulduğu çözüm, 400 yıllık sömürgeci imparatorluğun bilinen yöntemi oldu. Ada halkı etnik ayırımlar üzerinden bölünerek birbiriyle çatıştırılacaktı. Düşünülen çatışma için Türk – Rum ayrılığının kullanılması bunun için de Türkiye’nin anlaşmazlığın tarafı haline getirilmesi gerekiyordu. Oysa o güne dek Türkiye, Kıbrıs’la ilgili bir sorunumuz yok deyip karışmıyordu.

Tabii o zamanlardaki İngiliz politikası için vazgeçilmez çözüm yolu olarak görülebilir ve böylece sonsuza kadar Kıbrıs elinde tutacağını ummuştur. İngiltere’nin öngördüğü bu politikası ada halkının kanlı çatışmalarına yol açtı. Rumlar kendilerine siyaset yoluyla Yunanistan’a katılma kapısını İngiltere tarafından kapalı olduğunu anladılar ve terör yöntemlerine başvurdular. Ada’daki Türkler ise Enosis’e karşı örgütlendiler. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle Rumlar da, tekrardan İngiltere’den  bağımsızlığını alınması ve Yunanistan’la birleşmesi yönünde bir düşünceye girmiştir. Fakat Yunanistan’ın İngiltere ile kurduğu bağlar sonucunda bu düşünceye soğuk yaklaşması, Rumların milliyetçi beklentilerini karşılamamıştır [13]. Sonuç olarak bu durumları göz önüne alarak değerlendirdiğimizde Ada Türklerin, Rumların artan şiddet eylemlerine ve adayı Yunanistan’a bağlama, yani Enosis fikrine karşı çıkmışlar ve barıştan yana bir tutum sergilemişlerdir. 

 

References

  1. Rauf Denktash. Real Peace in Cyprus / Ed: Dervish Manizade, İstanbul, 1975, P.
  2. Bahadir Bumin Ozarslan. Aspects of Cyprus problem in International Law and the approach of European Union, İstanbul, IQ Kultur Sanat Yayincilik, 2007, P.
  3. Ahmet Gazioglu. Cyprus under the British Rule, İstanbul: Ekin Basimevi, 1960, P.
  4. Pierre Oberling. Way to the Bellapais and Turkish Cypriots forced migration to Northern Cyprus, Ankara: Gnkur Basimevi, 1988, P.
  5. Suleyman Breaking Point of Eurasia – Cyprus, İstanbul: IQ Kultur Sanat Yayincilik, 2005, 184 p.; Abdulhaluk Chay. Bloody Christmas in Cyprus, Ankara: Turk Kulturunun Arashtırma Enstitusu, 1989, P. 184.
  6. Erol Island for Sale – Cyprus, Unknown Aspects of Peacekeeping Force in Cyprus, İstanbul: Alfa Yayinlari, 2007, P. 85.
  7. Turgay Bulent Turning of the Greek Cypriots Demands for Enosis to Violence Before and After Riots of 1931, İzmir: Ataturk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Enstitüsü, 2010, P. 344.
  8. Prime Ministry General Directorate of State Archives. 030.10.109.727. — Р.
  9. Prime Ministry General Directorate of State Archives. 030.10.234.578. — Р.
  10. Prime Ministry General Directorate of State Archives. 030.10.124.886. — S.
  11. Metin Aydogan. Cyprus, Aegean, European Security and Defence Policy and European Union / Ed: İrfan Kaya Ulger, EU and Cyprus Present and Future, İstanbul: Gundogan Yayinlari, 2002, P.
  12. Fulya Yurdagun. Cyprus problem in the Turkish media between 1955–1965, İstanbul: 2008, P.
  13. Ugur The Key Point of Turkish Foreign Policy: Cyprus Problem / Ed: Zhuneyit Yenigun, Ertan Efegil, Changing Turkish Foreign Policy, Ankara: Nobel Yayinlari, 2010, P. 579–580.

Разделы знаний

International relations

International relations

Law

Philology

Philology is the study of language in oral and written historical sources; it is the intersection between textual criticism, literary criticism, history, and linguistics.[

Technical science

Technical science